İzmir Gazeteciler Cemiyeti'ni yönetenler ne iş yapar?

İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ni yönetenler ne iş yapar? Neden bir cemiyet başkanı üyelerinden daha çok siyasetçilerin, ekonomi dünyasının yanında yer alır? Dış destek alarak yürüttüğü kadın projelerini avaz avaz bağırarak anlattığı halde, habercilikle, gazetecilikle ilgili kitap yazan bir kadın meslektaşını işini yaparken de söyleşi ve imza gününde de yalnız bırakır? 

Üniversite eğitimimi yeni tamamlamıştım. İstanbul merkezli Türkiye Gazeteciler Cemiyeti aracılığıyla Almanya’daki prestijli basın enstitülerinden FAZ Institut, o dönem gelecek vaat eden genç gazetecilere Frankfurt am Main ve Bonn’da gazetecilik bursu veriyordu ve o yıl da Türkiye’den beni davet etmişlerdi. İzmir’de gazetecilik yaparken aldığım bursla Almanya’daki saygın gazetelerde, televizyonlarda habercilik yaptım, çok şey öğrendim. Benim için büyük bir fırsat oldu. Genç bir kadın gazeteci olarak meslek hayatımdaki önemli yapı taşlarından birini ben İstanbul’daki Gazeteciler Cemiyeti sayesinde döşedim. 

 

O günlerin üstünden neredeyse çeyrek asır geçti. Bu yılların hemen hepsini gazetecilik doldurdu. Bugün “kadın gazeteci” olarak konuşmalar yapan, ahkam kesen bazı kişiler kokteyllerde gezip gününü gün ederken ben ve benim gibi birçok kadın meslektaşım yangın haberleri için dağlarda, grev haberleri için toplanmamış çöpler arasında, siyasi miting haberleri için alanlarda, maden faciası haberleri için dünyanın en tozlu ve en acı dolu sahalarında haber peşindeydik. O yıllardan da çok şey öğrendim, insanın bin bir halini gördüm. Kadın olmanın, ayrımcılığa maruz kalmanın zorluklarından seminer salonlarında (bazen de rakı sofralarında) konu açanlar yıldızını parlattıkça biz sahadaki kadın gazeteciler tıpkı haberlerini yaptığımız emekçiler gibi dişimizle, tırnağımızla tutunduk hayata. 

 

“İNSANDAN HABER VAR”

 

“İnsandan Haber Var” adlı kitabım işte o yıllardan, yollardan damıtılmış öykülerin yer aldığı bir kitap oldu. Haberlerin ve farklı hayatların kahramanlarının buluştuğu kitabımın okuru da hayalimin ötesinde oldu. Birkaç hafta önce de İzmir’in en önemli kitabevlerinden birinden aldığım imza günü ve söyleşi daveti beni gururlandırdı. 

 

İmza günü gelince de kitabevinin salonu kitabın kahramanlarıyla, usta gazetecilerle, genç gazetecilerle, dostlarla ve beni hiç tanımayan okurlarla doldu. Kendimi tamamlanmış, parayla satın alınamayacak onura, gurura ulaşmış başarılı bir gazeteci olarak hissettim. Bana yüreğini, evini açan tüm haber kaynaklarıma, etkinliğe katılan tüm gazeteci dostlarımıza, kitabıma ulaşıp okuyan adını bilmediğim herkese bu mutlu gün için teşekkür borçluyum. 

Bu gururda benim sabrımla, emeğimle geçen yıllarımın yanında genç bir gazeteciyi desteklemiş o dönemin İstanbul’daki Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetiminin de payı vardı. Hatta o yıllarda İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin (İGC) başkanlık koltuğunda oturan İsmail Sivri’nin kapsayıcı tutumunun mesleği cazip kılan etkisinin de olduğunu söyleyebilirim. Sivri’den sonra gelen İGC başkanları da güçlü, güvenilir, bağımsız bir kurumu temsil ediyordu. Ben hem mesleki hem akademik anlamda kendimi geliştirirken mesleki örgütümün gücünü de yanımda hissediyordum. Çünkü kente gelen cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar İzmir Gazeteciler Cemiyetini de ziyaret ediyordu. Siyasi aktörler, ekonomik çevreler, herkes İGC ve yönetim kuruluna saygı gösteriyordu. İGC gücünü korudukça üyeler olarak bizler de kendimizi güçlü hissediyorduk.

Bir gazeteci olarak, özellikle bir kadın gazeteci olarak kariyer yolumda beni destekleyen, yalnız bırakmayan, bugüne ulaşmamı sağlayan tüm ustaları saygıyla anıyorum. Bana onurlu gazeteciliğin beslendiği mesleki örgütlerin gücünü hissettirdiler.

Son yıllara kadar…

 

BİR PARMAK BAL…

 

Ne yazık ki artık İzmirli gazetecilerin dikkate değer orandaki bir bölümü mesleki örgütlerinin desteğini hissedemiyor. Çünkü İGC Başkanı ve çevresindeki birkaç kişi, kıdem tazminatı gerekçesiyle gazetecileri işten çıkarmakla, geçen yıllara rağmen İGC binasını bir türlü tamamlayamamakla, gazetecilerin sendikasıyla ulusal basına yansıyacak kadar ileri giden tartışmalarla, sendikanın sağladığı uluslararası destekleri kullanmakla, 9 Eylül Gazetesi’ni yandaşlarıyla doldurmakla, o gazetede çalışan genç (özellikle de kadın) gazetecilere uyguladıkları mobbingle, geçmiş dönemde belediye başkanı ve eşiyle kurdukları ilişkilerle, bir kurumun kanatları altına sığınmak zorunda kalacak kadar bağımsızlığını ve gücünü kaybetmekle, “gazetecilerin gazetesi” vizyonuyla yayın hayatına başlayan gazeteyi satışa çıkarmakla ve benzeri savlarla anılıyor. Siyasi çıkar ilişkileri gibi bazı meslektaşlarımın dillendirdiği iddialar da çok, yani dahası var ama benim söylemeye dilim varmıyor. Gazetecileri temsil edenlerin boy boy fotoğrafları medyada skandallarla yan yana yer buldukça mesleki örgütün gücü tükeniyor, prestiji yerlerde sürünüyor. Üstelik Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisini ve Hasan Tahsin’in gazetecilik mirasını korumakla görevli olanların, dönemsel siyasi konjonktüre göre şekil alması da gerçek gazetecilerin yüzünü kızartıyor. Çünkü, bu aydınlık mirasın asıl sahipleri, Atatürk devrimlerinin de ilkeli gazeteciliğin de kimsenin uhdesinde olmadığını iyi biliyor. 

 

Yıllardır gazetecilik yapmamış, belki de hiç haber yazmamış birçok üyeyi cemiyet olanaklarıyla tanıyıp “kafakola alan” bir stratejiyle göreve gelenlerin cevaplaması gereken sorular çok. Alanda çalışan gerçekten emekçi meslektaşlarımızın eleştirilerini hemen her gün sahip oldukları İGC olanaklarıyla yanıtlamakla meşguller. Neredeyse her hafta eleştirilere e-mail, sosyal medya, whatsapp kanallarıyla “hayır biz o değiliz, biz yapmadık, dava açacağız” gibi mesajlar yollayıp günü kurtarmaya, üyeleri korkutmaya çalışıyorlar. Ama bu çaba, gözlerini sıkı sıkıya kapatmış birinin dünyanın karanlık olduğunu varsaymasından öteye geçemiyor. Bunca etik eleştiri ile karşı karşıya kalmış yöneticilerin gazetecilerin ücret, çalışma koşulları gibi esas sorunlarıyla uğraşmaya, meslek örgütümüzün itibarını korumaya hali de kalmıyor. Özetle İzmirli gazeteciler başkan ve yanındaki birkaç kişiye yakın değilse dışlanıyor, sorunları görmezden geliniyor. Dış kaynaklarla açılmış birkaç kurs ve destek programı da ağızlara çalınan bir parça bal tadıyla eriyip gidiyor.

 

ÜYELERİNİN YANINDA OLABİLMEK

 

Peki tüm üyelerin hak sahibi olduğu İGC’nin kurum olanaklarını kullanarak en yüksek ve agresif tonla yanıt vermeye, eleştirilerin üstünü bağırıp çağırarak kapatmaya çok alışmış birkaç kişiye eleştirimi neden şimdi yazıyorum? Neden İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ni yönetenler ne iş yapar diye sormaya cesaret ediyorum?

 

Çünkü,

Bir bakan takibinde trafik kazası geçirip kaburgalarım kırıldığında, 

Atatürk ilkelerine bağlı bir gazeteci olarak sıkıntı yaşadığımda, 

Mobbinge maruz kaldığımda, 

Deprem ya da maden faciası sahalarında gece gündüz çalışırken, iftiralara maruz kalırken, yalnızlaştırılırken,  

Bütün bunların hepsini “KADIN GAZETECİ” olarak göğüslerken, İGC’nin kadın başkanından en küçük bir destek görmedim.

Burada yazamayacağım onlarca başka çaresiz zamanda bir meslek örgütünün ve başkanın desteğine ihtiyaç duydum. Biri gelip “nasılsın?” diye sorsun çok istedim. Ne yazık ki bekleyişlerim sonuçsuz kaldı. Çünkü o gün de bugünkü gibi kendi meseleleriyle çok meşguldü. 

Çıkarına uymadığı için dışladıkları gazetecilerle işi de yoktu. 

Ama “İzmir Gazeteciler Cemiyetini yönetenler ne iş yapar?” sorusunun yanıtı da işte bu zor zamanlardaydı. 

Üyelerinin yanında olmak… 

Ayrımcılığa karşı durduğunu şehir şehir dolaşarak söyleyen kadın bir İGC Başkanı da gücünü yine o çaresiz zamanlarda meslektaşlarıyla, hemcinsleriyle paylaşmalıydı.

 

GAZETECİLİK KİTABININ SÖYLEŞİ VE İMZA GÜNÜNDE DE YOKTULAR

 

Kötü günlerde desteğini alamadığımız bu grup ve başkanının iyi bir günde de bizimle olması zaten beklenemezdi. 

Oysa, 

“İnsandan Haber Var” adlı kitabımın imza gününde kadın bir İGC Başkanının, zaten zor olan bir mesleği kadın olduğu için daha da çetrefilli şartlarda yürütmek zorunda kalan bir üyesinin yanında yer alması, mesleğimiz adına önemliydi.

Öyle bir başkan genç gazetecileri de özellikle kadın olanları yüreklendirirdi. 

 

Oysa o cemiyet başkanını ve bazı yönetim kurulu üyelerini siyasetçilerin yanında, ekonomi çevrelerinde, kokteyllerde sıkça görüyoruz. Gazetecilerin ekmek kavgası için verilen mücadelelerde çekilmiş birkaç fotoğrafı, sosyal medya sergisindeki iş insanları etkinliklerinin yanında küçücük bir yer kaplıyor. Hatta, bazı yönetim kurulu üyeleri gerekli gereksiz her kokteyle, düğüne, pazarlama etkinliğine katıldığı için meslek itibarını düşürmekle bile eleştiriliyor.

 

Ben isterdim ki hiç değilse az sayıdaki gazeteci meslek kitaplarından birini yazabilmiş üyesini, meslektaşını, bir kadın gazeteciyi, İGC’deki 20 yılını tamamlayarak Şeref Divanı Üyesi unvanına kavuşmuş üyesini meslek adına desteklesin. Mesela kokteyle gideceğine imza gününe gelsin. Gelemiyor mu? Olsun, hiç değilse bir yönetim kurulu üyesini katılması için teşvik etsin…Yapamıyor mu? Olsun, bir destek telefonu etsin, hiç değilse ayrımcılık yaptığı iddialarının gerçeği yansıtmadığı umudunu hala taşıyabilelim.

 

İŞİMİZ SORU SORMAKSA…

 

Yazımızın başında saygıyla andığımız meslek büyüklerimizden öğrendiğimiz gibi işimiz soru sormaksa, İGC’nin tüm imkanlarını, kendisine yöneltilen eleştirilere karşı seferber etmesinden de yandaşlarının bir çamur gibi sıçramalarından da korkmadan sormamız lazım. 

Öyleyse, 

İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ni yönetenler ne iş yapar? Neden bir cemiyet başkanı üyelerinden daha çok siyasetçilerin, ekonomi dünyasının yanında yer alır? Dış destek alarak yürüttüğü kadın projelerini avaz avaz bağırarak anlattığı halde, habercilikle, gazetecilikle ilgili kitap yazan bir kadın meslektaşını işini yaparken de imza atarken de yalnız bırakır? 

 

Şimdi, 

Zor günlerini atlatmış 25 yıllık bir gazeteci,

Gazetecilik alanında akademik makale yazan ve uluslararası platformlarda yayınlatan, doktora tezi hazırlayan bir haberci,

Bugün bağımsız ve kendini haberciliğiyle kanıtlamış medya organının kurucularından biri, 

Mesleki deneyimlerinden oluşan bir kitap yazmış ve bunu da İGC olanaklarından yararlanmadan gerçekleştirmiş, saygınlığını kan, ter, gözyaşıyla kazanmış bir üye olarak İGC başkanı ve yandaşı birkaç kişinin desteğine artık hiç ihtiyaç duymuyorum.

Ama genç gazetecilerin, kadın meslektaşlarımın, yıllarını gazeteciliğe verdiği halde kendini dışlanmış hissedenlerin olduğunu biliyorum, duyuyorum. 

Benim, İGC başkanı ve yanındaki birkaç kişiden hiçbir beklentim olmadığı halde bu yazıyı kaleme alma nedenim, onca işim varken buna zaman ayırmam işte o meslektaşlarım hatırınadır. O yollardan geçtiğim, ayrımcılığa maruz kaldığım, dışlandığım, yalnız bırakıldığım içindir. Bir başka emekçi gazeteci, iyi veya kötü gününde halini soracak birini boşu boşuna beklemesin diyedir.

Çünkü benim gibi artık İGC’yi yönetenlerden umudu kalmamış bir başka gazeteci çıkıp yeniden “İzmir Gazeteciler Cemiyeti yöneticisi ne iş yapar? Bir başkanın görevi nedir?” sorusunu bir daha sorabilir.

O soru karşısında utanma hissiyatı duyabilecek bir yönetici de bu yazımı hatırlayıp bir zahmet üyesine destek verebilir.

 

ÇOKÇA CAN SIKINTISI

 

Başlığımıza dönersek, meslek örgütümüz eğer saygınlığını korursa ve üyelerinin yanında yer alırsa bir gazetecinin hayatını aydınlatabilir, değiştirebilir. Benim mesleki serüvenimin başlangıcı buna en iyi örneklerdendir. 

Artık prestijini yitirmiş ve belli bir grubun oyuncağı haline gelmişse maalesef bir işe yaramaz. Yılbaşı balolarının kaldırılmasıyla hayal kırıklığına uğrayan üyeler için de tavuklu pilav günü, sıcak şarap etkinliği, birkaç kurs ve çokça can sıkıntısı olmaktan öteye geçemez.

 

Bağımsız ve ilkeli gazetecilerin çabasıyla meslek onuruna yakışır, üyelerinin yanında yer alan bir meslek örgütü yapısına kavuşmak dileğiyle…