Altmış ikiden tavşan

Çocukluğumuzdan tatlı bir hatıra, hepimiz yapmışızdır: Kurşun kalemlerimizle bir “62” ve iki’nin boşluğuna kaş göz, bir iki süs ve rötuş. Oldu mu sana tavşan. Kediydi belki de. Bıyık filan… Her ne ise… Ben de geçen hafta altmış bir yaşımı bitirdim, oldum mu altmış iki: İyi akşamlar, öpsün sizi tavşanlar.

Yaklaşık otuz yıllık bir çalışma hayatından sonra köşemize çekildik. Dinlenmedeyiz. Dinlenme dediysek, yan gelip yatma anlamında değil tabii: Aktif dinlenme. Evden kahveye, kahveden eve asla değil. Yapamazdım bunu zaten. Bir yerde uzun süre otursam gerilirim, dayanamam diye düşünüyorum. Günlük sporumuzu yapıp dengeli beslenerek (aralıklı oruç) sağlıklı kalmaya, kaliteli yaş almaya gayret ediyoruz.

Bulunduğumuz yaş aralığı için çok güzel bir tanımlamayı buradan paylaşmak isterim: Olgun gençlik! Bak, bak, bak! Kulağa ne hoş geliyor. İki ya da üç günde bir koşuyorum on-on beş kilometre kadar, koşmadığım günlerde de boş durmak yok, yürüyorum. Kendimi meşgul ediyorum, mutlaka bir şeylerle uğraşıyorum. Hiçbir şey yapmasam bir gezi, bir tur planlayıveriyorum, ama günü birlik, ama hafta sonluk. Emeklinin aldığı ücretle öyle uzun boylu geziler de yapacak değiliz, haddimizi biliyoruz hani. Bizimki de züğürt tesellisi yani.

Yazmak, yaratıcı yazmak çok keyif veriyor diğer taraftan. Bir şeyleri tasarlamak, onu allayıp pullayıp kaleme almak ne hoş! Sadece biz yaştakilere değil, herkese tavsiye olunur.

Konuşmayı sevmediğimi fark ettim, bu yaşlarımda bir de. Bırakın konuşmayı, dinlemeye bile üşeniyorum insanları. Eskiden uzun sohbetler çok keyif verirdi, anlatırdım, anlatılanı zevkle dinlerdim. Ama şimdi öyle mi ya? Birini on beş dakikadan fazla dinlemekte zorlanıyorum. Sıkılıyorum, keşke diyorum, şu anda bir şeyler okuyor olsaydım bu zaman diliminde. Obur bir okuma telaşındayım. Bunu da sona yaklaşırkenki paniklemelerime bağlıyorum. Eyvah! Bunu da okuyayım, şu da dağarcığımda olsun, bu konuda da eksiğim kalmasın, kendimi beslemeliyim. (Artık neye, nereye hazırlanıyorsam, yetişeceksem?) Okuma konusunda bir itirafta bulunalım yeri gelmişken. Eskiden skor olsun diye okurdum. (Belki de şu kadar kitap okudum diye, hava atmak amacıyla filan.) Hani eskiden derken çok da öyle eski değil, gençlikte falan da değil, düne kadar yani. Şimdilerde ise okuduğumu tekrar okumak, bu yaşımda onlardan farklı anlamlar çıkarmak, kazanımlarıyla gelişme derdindeyim. Okumada, nicelikten niteliğe evrildim bu yaşlarda yani.

Biliyorum, siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç cahiller tarafından yönetilmeye mahkûm olmaktır. İyi de siyaset konuşmak, dinlemek, tartışmak üzüyor beni, hem de öyle böyle değil! O vakit diyorum ki siyaset benim yaşam enerjimden daha mı önemli? Mutluluğumdan daha mı öncelikli? Tabii ki hayır! Hem de kocaman bir hayır. Neden mi? Herkes fanatik, herkes seçimleriyle çok mutlu, herkes halinden memnun… Ben de yaptığım/yapacağım tartışmalarla kimseyi değiştiremeyeceğime göre… Boş ver, diyorum, koy ver gitsin, uzat ayaklarını. Ben böyle daha mutluyum. Biraz bencilce belki ama öyle… Yazımızın bu bölümünde bir siyasi cümle de bırakalım buraya, kim bilir belki de siyasi algılamazsınız siz: Halkın bilinçli, tasarlanarak, taammüden cahil bıraktırılmasının sebebi de sensin be kardeşim. Bana ne. (paragraf uzar gider, coştum)

Olgun gencin seyir defterinden: Az laf çok iş. Hayatımızın üçüncü periyodu kalite bekler bizden. Ye, iç, sev, gez!..

Ne zaman adam oluruz…

Yaşlanmanın bir dağa tırmanmaya benzediğini, çıktıkça yorgunluğumuzun arttığı, nefesimizin daraldığı, ama görüş alanımızın genişlediğini anladığımız zaman.

13.05.2024

Namık Budak

[email protected]