DORIAN GRAY’İN PORTRESİ

Dorian Gray’in Portresi” romanını ele alıyoruz bu hafta köşemizde. Bir arkadaşım kısa öyküsünde pastiş yapmıştı bu eseri, bana “fark ettin mi?” diye sordu. Evet, fark ettim, eksikliğimi, cahilliğimi. Okumamıştım ben bunu.  Kararımı verdim, bir çırpıda çıkardım aradan.

Yazarı Oscar Wilde. Kırk altı yıllık yaşamında oyun yazarı, şair, romancı ve kısa öykücü olarak karşımıza çıkıyor. İrlanda’da doğmuş, Paris’te bir otel odasında ölü bulunmuş. Kitabı Türkçeye kazandıran Nihal Yeğinobalı, yayına hazırlayan Pınar Savaş. Benim okuduğum Can Yayınları’ndan 2013 Aralık tarihli 14. Baskısı. Yirmi bölümden oluşan kitap, bir solukta okunabilecek nitelikte, zaten 149 sayfa. ISBN Numarası 9789750720963.

Wilde, giriş bölümünde hiçbir sanatçı herhangi bir şeyi ispatlamak isteğinde değildir, diyor ve ekliyor: Güzel şeylerde güzel anlamlar bulanlar kültür ve zevkleri gelişmiş kişilerdir. Biz bu romanda pek de güzel şeyler bulmadık. Bu ifademizden eserin beğenilmediği anlamı çıkmasın, eser bir başyapıt, onda şüphe yok. İşlenilen konu açısından, kötülüğü kastediyoruz. Kitap, insan doğasını, eğilimlerini ve de getireceği sonuçları bakımında okuruna nokta atışlı mesajlar iletmekte. Okuru kimlerdir peki? Hedef kitle kimdir, diye soracak olursak, toptancı bir yaklaşımla her yetişkin birey diyebiliriz. Son cümle okunduğunda, kitap bittiğinde,  “tamam” diyoruz, heybemiz dolmuştur.

Eser, geçen yüzyıl Avrupasında aristokrasiyi, burjuvaziyi ele almış. Kendi aralarında oluşturdukları küçük grupların bireysel ilişkilerini irdelemiş. Yaşanılan çağa tanıklık etmiş bu yönüyle. “Kayıp Zamanın İzinde”yi hatırlatmadı değil, sayfalar boyunca. Okur, yirmi bölümün her birinde çok yakışıklı/güzel bir delikanlının, yani başkahramanın bir başka yönüyle tanışıyor, onun kişiliğindeki değişime ve sonuçlarına tanık oluyor. Hedonizm gözümüze sokuluyor bu arada.

Karşılıklı konuşmalar okur açısından bir rahatlık. Kitabın geneline yayılan diyaloglar bizi atmosfere çekiyor ve bizler de kahramanımızla birlikte sahnede sürekli hazır bulunuyoruz. Uzun konuşmalar, kendi amacını gerçekleştirirken sanki gerçekçilikten uzaklaşılıyor hissi uyandırmış. Postmodern akımın olmazsa olmazlarından fantastik öğelerin varlığı okuru gizemli labirentlerde dolaştırmakta, merakı dorukta tutmaktadır. Adından anlaşılacağı gibi resim sanatının anlatıldığı bu eserde müziğin, müzik zevkinin tatlı bir biçimde metne yedirildiğine tanık olmaktan da mutlu oluyoruz. Üçüncü kişi ağzından aktarılan metinde zaman zaman tanrı yazar izlerine de rastlıyoruz.

Dorian’ın, Lord Henry’yle tanışması, onun etkisi altına girmesi, ondan beslenmesi, onun kinik yaşamını takip etmeyi yeğlemesi bize olumsuz bir idolün (şeytan, mefisto) etrafımızda hep var olabileceğini ve rahatça kişiyi etkisi altına alabileceğini başarılı bir biçimde ortaya koymuştur. Yazarımız, hele de narsist bireylerde bunun ne kadar rahat uygulanabilir olduğunu akan sayfalar boyunca-fark ettirmeden- kalıcı hafızamıza doldurmuştur.

Başkahramanın kişiliği, etrafına olumsuz etkileri ve oluşturduğu bu kişiliğe ulaşma kronolojisi başarıyla ortaya konulmuş, başına gelen/gelecek olumsuzlukların takibi “Kahramanın Sonsuz Yolculuğunu” çağrıştırmıştır. Bir insanın rahatlıkla çok kötü olabileceğini, bunun sıradan bir işmiş gibi, herkes böyle rahat bir şekilde “kötüleşebilir” mesajı başarılı bir şekilde okuruyla paylaşmaktadır.

Postmodern bu romanı (geniş bir zaman dilimini ele aldığından) ya da uzunca bu novellayı bir başyapıt olarak değerlendiriyoruz. Kitap epey kişiye esin kaynağı olacak, çok da pastiş yapılacaktır diyoruz. Umarız başkahramana öykünülmez.

Ne zaman adam oluruz…

Ahlaka uygun olan ya da uygun olmayan kitabın olmadığını, kitap denen şeyin ya iyi yazılmış ya da kötü yazılmış eser olduğunu öğrendiğimiz zaman.

06.05.2024

Namık Budak

[email protected]