1. Anasayfa
  2. Haberler
  3. Güncel
  4. İzmirli psikolog gönüllü olarak gittiği Hatay’ı anlattı: Bir tokat bitmeden ikinci tokadı yiyorsunuz henüz durumu kavrayamadan bir tokat daha…

İzmirli psikolog gönüllü olarak gittiği Hatay’ı anlattı: Bir tokat bitmeden ikinci tokadı yiyorsunuz henüz durumu kavrayamadan bir tokat daha…

İzmirli psikolog Deniz Devrim Fidan gönüllü olarak gittiği Hatay’da deprem sonrası yaşadıklarını anlattı.

  • | Son Güncelleme:
  • | Egeli Gazete

İzmirli Uzm. Danışman Psikolog Deniz Devrim Fidan gönüllü olarak gittiği Hatay’da deprem sonrası yaşadıklarını anlattı.

Hatay Türkiye’nin en büyük okulu…

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Hatay’da görev almak isteyen gönüllü personel için  kurumlara yazı göndermişti. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne de bu yazı gelmiş ve gönüllü psikolog olarak adımı yazdırmıştım. Birkaç hafta sonra bir memur aradı “Deniz Hanım, Hatay’a gidiyoruz 2 gün sonra” diye. Hemen Daire Başkanım ve Şube Müdürümle konuştum onlar da desteklediler ve 2 gün içinde Hatay için yollardaydım.

 

SOSYALLEŞME MEKANI ÇAMAŞIRHANELER

Şehre girdiğimde geceydi…

Karanlığın içinde, sadece tanıdığımız zincir marketin konteynerlarda açılmış olduğunu görmüştüm. Devasa siteler değil devasa konteyner kentler vardı ardışık sıra dizilmiş olan. Karanlığın arasından sızan ışıklardan gördüğüm kadarıyla konteynerlar önüne çamaşırlar asılmıştı. Sonradan öğrenecektim konteyner kentlerde çamaşırhaneler olduğunu ve kadınların sosyalleştikleri ana mekanlar olduğunu. Konteynerıma gidip yerleştim ve biraz uyumaya çalıştım. Sabah uyandığımda tozun kokusunu duyuyordum yalnızca. Görev aldığım alana doğru yola çıktım. Çevreyi izlemek, ardı sıra bitmek bilmeyen tokatlar yemek gibiydi. Bir tokat bitmeden ikinci tokadı yiyorsunuz henüz durumu kavrayamadan bir tokat daha…

Görev aldığım alana girdim kocaman bir gülümseme ve “kocaman bir merhaba” ile… 

Herkesin uzun uzun beni izlediğini, beni dinlediklerini fark ettim. Gülümseyene hasret, sohbet edene hasret olduklarını tam da o anda anlamıştım. Hiç kesmedim gülmeyi, hiç kesmedim sohbeti… Tam da o anda kızını enkazdan çıkaran bir babanın “hocam ölenler mi kurtuldu bilmiyorum yoksa biz yaşarken mi öldük? Kızımı 9 saat sonra kurtardığımda baba seni aradım neden gelmedin cümlesi kulağımdan gitmiyor. Biz yaşarken öldük hala yaşadığımı düşünmüyorum kıyamet nasıl olur artık düşünmüyorum. Ben kıyameti biliyorum” demesinin ardından kulak kesildim sözlerine. O anlattı ben dinledim. Biraz çıkıp konteyner kentte gezindim sonra beni gülümseyerek gören tüm çocuklar sarılmaya çalıştılar ardı sıra. Çocuklar gülen yüzler arıyorlardı tıpkı yetişkinler gibi… Yaşadıklarını hatırlamak belki de hayatın düzeleceğine dair bir umut arayışı bilmiyorum. Ama gülmek hiç bu denli anlamlı olmamıştı. Gün sonunda Hatay’lı yöneticim beni yanına çağırdı “ne güzel gülüyorsunuz uzun zamandır içten gülen birini görmedik, enerjimiz yükseldi hocam” dedi. İki gün sonra ise annesini 2 ay sonra Adana’da kimsesizler mezarlığında bulan bir amcanın yüzüme bakarak Arapça söylediği ardından da anlamam için Türkçeye çevirdiği cümlesi bana ışık olmuştu. “ Biz Antakyalılar deriz ki güldüğün zaman, birine yemek vermesen de olur, gül yeter!” Söz verdim kendime burada olduğum sürece gülecektim.

Konteyner kentteki ofisime çocuklar sürekli koşarak geliyorlardı ilk günden itibaren peki ya anneleri? Annelerini tanışmak için çağırmıştım yalnızca çok güzel gözleri olan bir kadın geldi sabahın ilk saatlerinde. Oturdu ve bir süre yüzümü izledi. Sonrasında karşısına oturdum “burada sizi dinlemek için varım, yanındayım” dedikten sonra tam 1 yıldır tuttuğu tüm duygular bir anda akmaya başladı gözlerinden. Sonrasında ben kadınların yanlarına gittim, grup oturumları yaptık, konteyner içi sohbetleri yaptık hepsinin söylemleri, gözyaşları ortaktı. Birilerinin “bize oy vermeyenlerin alamadığı hizmeti görüyorsunuz” cümlesine karşılık “yanınızdayız” cümlesi kadınların kendini güvende hissederek dakikalarca duygusunu açması için yeterliydi. Ülkenin yönetenlerinin cümlesinin ne kadar tetikleyici ve yalnızlık hissi veren bir cümle olduğunu orada olduğum sürece herkesin yüzünden okuyabiliyordum. Cümlelerindeki öfkeden anlayabiliyordum. “Unuttular bizi”, “günlerce gelmediler”, “Cenazelerimizi alamadık” hocam… 

Konuştuğum kadınlar eşleri tarafından şiddete uğramaya başlamışlardı. Ailede kayıp var mı diye sormama kalmadan kayıplarını sıralıyorlardı. Kayıplara ve sisteme ilişkin öfke aile yaşantılarına sızmaya çok derinden başlamıştı artık. Birlikte çalıştığım Samandağlı arkadaşım beni çocukluk arkadaşıyla tanıştırmak istedi. Buluştuk, birlikte yemeğe gittik. Hemen 6 Şubat günü yaşadıklarını anlatmaya başladı. Enkazda kaldığını, nasıl kurtulduğunu ve komşularını nasıl kurtardığını… Bir an durdu ve dedi ki;

 -Enkazdan çıkarken ilk yanıma ne aldım biliyor musunuz?” 

-Evimin anahtarını…

Derin bir sessizlik ancak kendisi kahkaha atıyordu.

-Dedemi nerede bulduk biliyor musunuz? (Kahkaha atıyor)

-Çöpte! Evet, evet dedemi çöpte bulduk. Hastanelerde aradığımız dedemi çöpte bulduk…

Ertesi gün, yüzüne hüzün çöken bir iş insanıyla tanıştım. Odasına girdiğimizde, odasının tavanında bir çok ahşap parçalar ve kapı kolları vardı. “Eski Antakya evlerinden geriye kalanlar” dedi. Kimisinde kan vardı, kimisi paramparçaydı dedi. İzin vermediler toplamamıza, izin vermediler Antakya’mızı özüne uygun yeniden inşa etmemize. Toplayabildiklerimi topladım, burada yaşatıyorum” dedi.

Bir anda zihnimde Metin Kemal KAHRAMAN’nın Kaybolan Kentin Eskicisi şarkısı çalmaya başladı. 

“Kaybolmuş bir kentin eskicisiydik

Makineleşmeye karşı duyguları topluyorduk

Kaybolmuş bu kentin sokaklarında

Torbasında umut

Torbasında insana dair ne varsa”

BİZDEN DEĞİLSENİZ TÜM ANILARINIZI EZERİZ

Ardı ardına kesilmeyen anlatış biçimi farklı ama anlamı aynı cümlelerdi herkesin dilinden dökülen. “Bizden değilseniz üzerinize basarız, bizden değilseniz sizi unuturuz, bizden değilseniz tüm anılarınızı ezeriz” gerçeği tüm somutluğuyla Hatay’da anlaşılmayı bekliyordu. Kemiklerime kadar canım yanıyordu.

Antakya sokaklarını Feyruz dinleyerek yürüdüm. Eski Antakya evlerinin yıkılmışlığını, kiliselerin camilerin yıkılmışlığını, bir kültürün bir tarihin yıkılmışlığını izledim. Sorumluların göbeklerini kaşıyarak oy bekledikleri bu kentte kalanlar için gözyaşı döktüm. Gidenler için de derin derin nefesler aldım. Nefes alırken kurtarılmayı bekleyen insanları düşündüm. Onlar için yapabileceğim tek şey sembolik nefesler almaktı sanki. Elimden başka bir şey gelmedi, gelemedi. Bir şehre, bir kültüre ağladım dakikalarca… Tanıştığım tüm Hatay’lılar “hocam keşke depremden önce gelseydiniz, görseydiniz hem buraları hem de bizi” dedi.

-Depremden önce gelen herkes burayı çok severdi. Ben Hatay’ı da sizi de depremden sonra da çok sevdim dedim.

Sonrasında Arapça olarak ilk öğrendiğim cümle döküldü dilimden.

- Sizi seviyorum!

 

 

Konteyner kentte çok tatlı bir teyzeyle tanıştım. “Deniz çarşıda gezerken gördüğüm her tanıdık yüze sarılıyorum biliyor musun?” dedi. Yaşadığı için, birlikte kalabildiğimiz için” dedi.

Artık bu kentin kadim insanlarından birkaçının tanıdığı biri olmanın gururunu yaşıyorum. Hatay sokaklarında belki yıllar sonra biri de beni tanıyacak ve kocaman sarılacağız birbirimize. 

Gördüğüm en güzel gün batımlarından biri Samandağdaydı. “Her yıl geleceğim buraya” diye söz verdim kendime batan güneşi izlerken.

Her yıl, Samandağ’da batan güneşi uğurlarken açılan her mekana, evine kavuşan her Hatay’lıya, doğan her yeni Hatay’lı bebeğe, gülümseyen her insana, anı biriktirmeye devam eden her Hatay’lıya, Çiçekli Arapçası, bahçeli Ermenicesiyle şehrine geri dönecek olan her Hatay’lıya teşekkür edeceğim. 

Kaybolan kentin eskicisi olamayacağım belki ama yeniden örülen bu kentin yenisi olacağım.

Ve sevgiden tuğlalarla öreceğiz bu kenti, hep birlikte!

Hatay gibi olacağız hep birlikte yıkılsa da direnen, birbirine sarılan, umuda tutunan….

YORUMLAR

Bu habere henüz yorum yapılmamış.İlk yorum yapan sen ol...

Yorum Yap

Bu Alan Boş Bırakılamaz
Bu Alan Boş Bırakılamaz
Yorum Yapma Şartlarını Kabul Etmediniz